13 Mayıs 2009

Kendi çalışmalarım:
http://www.scribd.com/doc/15195808/ GLOBALLEŞEN DÜNYADA TÜRKİYE


Ortak bir çalışmalarım:
http://www.scribd.com/doc/15361953/ Para-Toplumu
http://www.scribd.com/doc/16385644/ AMERİKA GLOBALİZME KARŞI

25 Kasım 2008

A. SELIM TUNCER | DIYALOG: | “Yarını tahmin etmenin en iyi yolu onu yaratmaktır.”

A. SELIM TUNCER DIYALOG: “Yarını tahmin etmenin en iyi yolu onu yaratmaktır.”
Bugüne kadar farkında olmadan, kendiliğindenliğin doğal akışı içinde, yarınlarımızı yarattığımızın farkında da olamadık.Yarınları tahmin ederken, kendimize bir yarın düşlerken, onu yaratmaya yetmeyen gücümüzü, gene farkında olmadan ortak yarınlarımızın yoluna koştuk. Ama bu güne kadar, kaybolan düşlerimiz ve çatışan güçlerimizle bu ortak yarınları yaratırken, kuşak kuşak çok ağır bedeller ödedik . Bugünkü birikime ulaşırken ödediğimiz bedel bu... Ama yarınları düşleyemediğimiz ve onu birlikte yaratmaya yönelmediğimiz her an, bizi, aklımızı ve dünyamızı yakabilen bir birikim bu. İçinde yaşadığımız ve BİZİ VAR EDEN Sistemin yarınlarının kaçınılmaz gerekliliği olarak, yanılsamaları aşmak, bilgi ve güç birikimimize dayanmak ve yarınlarımıza, ortak aklımızla sahip çıkmak zorundayız . Artık, yaşamın bu kertesinde, ortak aklımızla ve birikimimizle, İNSANCA BİR YARINI, birlikte, düşleyerek yaratmanın eşiğinde değil miyiz?.
Yurdaer Erşan(yurdaerersan.blogspot.com)

24 Temmuz 2008

AKLIN YOLUNDA



Düne kadar, bir ikilem içinde yürümek zorunda kaldığımız, aklımızın ayrık ve aykırı yollarının sonuna geldik. İnsanın parçalanması ve toplumun sınıflara ayrılması zorunluluğuyla başlayan bir süreç bu. Yarınlarımızın gerçekten İnsan gibi yaşanması için, katettiğimiz, katetmek zorunda olduğumuz bir yol bu. Birbiriyle kesişen, çelişen, çatışan, aynı zamanda birbirini bütünleyen, bir varoluş yolu bu. Dünden bugüne, bir bütünlüğe yönelen insanlığın kat ettiği yolda, sınıflara da bölünsek , mücadele, kavga da etsek , bu bir evredir, varoluş serüvenimizde. Farklı konumlarda, farklı çıkarlara dayanarak oluşturduğumuz, farklı ideolojilerle bakıyorduk dünyaya bu evrede. Hala farklı kurum ve yapılarla, farklı değerlere dayanarak, böldüğümüz, bölüştüğümüz dünyamızı, bir yandan da bütünlemeye çabalıyoruz bu süreçte.
Küreselleşmeyi, kısır çıkar çatışmaları, bunlara dayalı farklı algılama, çarpıtma ve hegemonya kurma girişimlerine bağlı olarak, ağır bedeller ödeyerek yaşıyoruz. Dünyamız, içinde yaşadığımız sistemin zorunlulukları çerçevesinde bütünlenirken, hepimizin kavrayıp, kucaklayabileceği kadar da küçülüyor.
Paylaşım savaşlarının ağır bedellerini ödeyenlerin, bugün bile kavrayıp, kucaklayamadığı dünyada, yeni paylaşım savaşlarını tezgahlamaya soyundukları bir evredeyiz. Ortalama akılla, onun ulusal ve uluslararası kurumlarıyla, yapılarıyla ve salt kendisinin, parçanın çıkarını kollayan bir anlayış ve aldatmacayla, artık bu süreci sürdürülebilir kılmak mümkün değil.
Ortak çıkarlara dayalı, ortak aklın yolunun bulunması, kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çünkü, yarattığımız sistem ve onun bizlere dokuttuğu olanaklar dünyası, hepimizin birbirimizi kucaklaya bileceği kadar varsıl. Hem de hepimizin yaratıcı katkılarıyla, dünyalarımızı zenginleştirip, sistemin sürdürülebilirliğini sağlayacak, her yönde ufuklarımızı açabilecek kadar.
Şimdiye dek dünyamıza, tek gözle, korsan gibi baktık. Tüm kaynaklarıyla onu yağmaladık. Çıkarlarımızın çatıştığı, akıllarımızın karıştığı, güçlerimizin birbirini kırdığı, uzun bir geçmişte, ağır bedeller ödeyerek, bu birikimimizi yarattık.
Artık ona, iki gözümüzle, ideolojilerden arınarak, kafamızı, aklımızı bütünleyerek, gözümüz gibi, İnsan gibi bakabilmeliyiz. Bunu da, yaratacağımız yeni bir akılla, ortak akılla, başarabiliriz ancak. O zaman, Sistemin işleyişinin önünün açıldığını, kriz ve travmaların üstesinden geldiğimizi de yaşayarak görebiliriz. Var oluşumuz da, böylece bir başka boyut kazanır.
Bugüne kadar, yaşadığımız tüm siyasal deneyimlerde, edindiğimiz tüm bilgi birikimi, ortak aklımızı yaratmada bize en büyük katkıyı sağlayacaktır. Bu da ancak dünyamıza şimdiye kadar bakageldiğimiz, ideolojik çerçeveli gözlükleri çıkarabilirsek mümkün olur.
Her türlü “İzm”in dünyasını aşarak, bizleri ayıran tüm farklılıklarımızdan sıyrılarak, sadece ve sadece bir İnsan gibi, bakabilirsek dünyaya, bu mümkün olur. Yeni baştan, İnsan olarak, birlikte donanırsak birikimlerimizle, yaşadığımız gerçekliği ve onun değişim yönünü kavrayabiliriz. Böylece, Sistemin sürdürülebilirliğine gerekli katkıyı yapabiliriz. Bu katkıyı, kral yolundan, en kısa yoldan sağlamış oluruz.
Kendinin gerçekte ne olduğunun, artık bilincinde olanların, kat ettiği yoldur, kral yolu...

Yurdaer Erşan
Büyükada/ISTANBUL

KÜRESELLEŞME ve DEMOKRATİKLEŞME

Küreselleşme, bu güne kadar bilinen ve ifade edilenlerin ötesinde ve gerçekte Kapitalist Sistemin yeni bir evresi değil midir?.
Bu sisteminde, evrensel mübadele ilişkileri Sisteminin bir alt yapılanışı olduğunun belirtilmesi, artık mümkün ve gerekli değil midir?.
Odağında İnsanın yer aldığı ve onun çevresiyle kurmak zorunda olduğu enerji alışverişi ilişkisi çerçevesinde oluşan bu Sistemin, gelişim sürecinin, İnsanın bütünlenme süreci olarak görülmesi gerekmez mi?
Güç ilişkilerinin ve insanın İnsana KAÇINILMAZ KULLUĞU’nun doğuş nedeni, TARİHİN YENİ BİR BAKIŞ AÇISIYLA ALGILANIŞI ÇERÇEVESİNDE, artık açıklığa kavuşturulamaz mı?
Sistemsel bir yapısı olan insanın, KENDİNİ YENİDEN ÜRETME zorunluluğu çerçevesinde, gerek duyduğu GÜÇ ilişkileri içersinde, çevresiyle giriştiği tüm enerji alış verişi ilişkilerinde yaşadığı serüven, bu yeni yaklaşımla, gerçek zeminine oturtulamaz mı?
Yaşanan bu tarihsel süreçte (yöneten ve yönetilen olarak )parçalanan insanın, yeniden bütünlenmesi yolunda bu güne kadar yaşanan ve halen yaşamakta olduğumuz sürecin yeniden tanımlanması gerekmez mi?
Sistemin Küreselleşmesi ile İnsan’ın, kentlileşmesi, bireyselleşmesi ve bütünlenmesi arasında ilişki ve bağ nasıl açıklığa kavuşturulabilir?
Küreselleşmenin, aynı zamanda kentlileşme olduğu ve insanın kazan-kazan ilişkisi içinde, ancak kentlileşerek, bireyselleşerek, iki ayağının üstünde durarak, kendi karar süreçlerine egemen olarak, var olabileceği açık değil midir?
Artık tüm insanlığın gelişim ve zenginleşme sürecini, sistemin bu temel ilişkinin belirleyeceğinin bilincinde olarak, yok ederek yaşamaya çalışma anlayışının, aşılması gerekmez mi?
Bunun yolu nedir?
Köylülüğün, bencilliğin, salt kendi çıkarını ve varlığını düşünmenin, kavga ve savaşla sorunları çözme,yok ederek var olma anlayışının, terk edilmesi gereken bir yüzyıla girmedik mi?
Savaşların, birbirimizi yok ederek yaşamanın değil, barış içinde birlikte yaşayarak gelişmenin, mümkün olduğu bir evrede olduğumuz, ortak aklımızın basması gereken bir zemin olarak görülemez mi?
Büyük değişim ve dönüşümlerin eşiğinde olduğumuz bu süreçte, yaşamın her alanında, insanların karar süreçlerine katılımını sağlamaya çalışmanın, yarınlarımıza yönelik anlamı ve önemi nedir?
Demokratikleşme, yerelleşme, balkanlaşma, toplumun gelenekselleşmiş örgütlenmelerinin aşılmasını ve insanların karar süreçlerine katılımına yol açmada ve bunu sağlamada etkin yönelimler olarak görülemez mi?


Karar vermek için gerekli donanım ve yetimizin gelişmesini, bu küçük yapılanmaları oluşturarak ve bu yapılanmalarda sağlayarak, küçük yapılarda büyüyerek, etkinliklerimizde daha verimli olmamız sağlanamaz mı?
Böylece,bütün bunları gerçekleştirmenin, parçalanmış İnsanı yeniden iki ayağının üzerine dikilmesinin, üretici-yaratıcı gücünü seferber edebilmesinin, en gerçekçi yolları açılmış, olanakları yaratılmış olamaz mı?

Bugün, büyük değişim ve dönüşümlerle yaşamakta olduğumuz küreselleşme sürecinde, karşılaştığımız tüm sorunlara, geleneksel bakış açılarımız, yapıştığımız parçada oluşturduğumuz aklımız ve gücümüzle, çözümler değil, çözümsüzlükler getirdiğimiz, hatta dayattığımız açık değil midir?
Dünyamıza, odağına İnsanı yerleştirdiğimiz yeni bir bakış açısıyla ve sistemsel bir kavrayışla bakamazsak, çözümsüzlüklerimizin ve bunların yaratacağı kayıplarımızın, görünenlerden yola çıkarak, hesabını yapabilir misiniz?
Yepyeni bir yapılanmaya, yepyeni kurumlara, bugüne kadar yaratıp, biriktirdiğimiz zenginliğimiz ve organlarımızla tüm insanlığı mutlu olacağı yarınla gebe Dünyamızı, düşük yaptırtacak anlayışsızlığımız, körlüğümüz aşılamaz mı? Gözlerimiz açılamaz mı?
Yukardan beri kendime ve herkese yönelttiğim bu soruların, ve bu çerçevede akla gelebileceklerin hepsinin cevaplarını ararsak birlikte, ORTALAMA AKILLA geldiğimiz bu günleri aşıp, yavaş yavaş ORTAK AKLIMIZIN yeni zeminini de oluşturmaya başlamış oluruz gibi geliyor bana. Ne düşünürsünüz?

09.05.2008 Büyükada/Istanbul
Yurdaer Ersan

01 Nisan 2007

KÜRESELLEŞME ve İNSAN (V)


Tüm maddi var oluş biçimleri , birer enerji örgütlenmesidir.Birbiriyle enerji alış verişinde olan her yapı, bir sistem, yeni bir sistemsel bütünlük oluşturur.Bu bütünlükte varlığını sürdürür. Beşer de, gelişmiş bir sistemsel yapı olarak, çevresiyle oluşturduğu bütünlükte, düzenli bir enerji alış verişi sürecinde; varlığını sürdürebilir. Çevresiyle kurduğu ilişki bütünlüğünde, arızalanma riski çok yüksek bir enerji örgütlenmesidir. Yaşar kalıcılığının dayattığı bir zorunluluk olarak, çevresiyle oluşturduğu enerji alış verişi'nde, sopadan başlayan, çeşitli araçları kullanarak, enerji mübadelesini gerçekleştirir. Bu yolda, bir süre sonra, kendini yeniden üretmeye yetmeyen gücüne, en yakınında ve en verimli olan türünün gücünü eklemeye yönelir.Onu örgütleyip, ona hükmederek, güç ilişkileri sistemini, yaratır.
Böylelikle,enerji mübadelesi ilişkisi sisteminin içinde, insan kullanmak zorunda olduğu, mübadele araçlarına bağlı olarak, alt sistemler yarattı. Güç ilişkileri sisteminde; sopayı, kaba kuvveti, şiddeti, mübadele aracı olarak kullanan insan, türünün gücünü de, belirli bir sınıra kadar örgütleyip, ona hükmedebildi . Keşfettiği ve geliştirdiği yepyeni bir mübadele aracıyla, kaderini de değiştirdi. Para dediğimiz bu araçla, tarihinin en büyük adımlarını attı. Ve onunla yarattığı, yeni mübadele ilişkileri ortamında, yepyeni bir güce sahip olarak, tüm sınırları aştı...Yaşadığımız dünyayı, sermayenin dünyasını , yaratmaya koyuldu. Yavaş da olsa, sopanın dünyasını terk etmeye ve paranın dünyasını kurmaya yöneldi. Bugün, bedeli çok ağır olarak ödenen, ödenmekte olan, bu sürecin sonuna yaklaşıyoruz. Bu tarihsel serüvenin, bu güç ilişkileri sisteminin, artık bilinen ve yaklaşan sonundaki süreci: Ancak sermaye bütünlendikçe, İnsan kendisini de bütünleyebilirse; öngörebilir, görebilir ve yönetebilir.
Bugün, mübadele ilişkileri sisteminde, güncellenmiş yapısıyla kapitalist sistemde insan, zorun ve zorunluluğun dayatmaları ile, emek gücünü örgütledi. Böylece, giderek onu dışlayan, sermayenin gücüne, güç kattı.Ancak, bu süreçte, bir tarafta sermaye yoğunlaşırken, diğer tarafta da, yoksul ve yoksun insan kutuplaşıp yığıldı. Dünya, bu gerilimli süreçte, ter ve kanla yoğrularak, çok ağır kayıplar verdi.
Bugün, sistemin çok yönlü bütünlenme sürecinin, küreselleşmenin can yakıcı sorunlarıyla karşı karşıyayız. İnsan, güç ilişkileri sisteminde; güçlü olmanın, güçle varolmanın yıkımlarla dolu tarihini, yaşadı ve yazdı. Güç tekelleri oluşturmaya varan bu gelişim evresinde; sopayı ve parayı birlikte kullanarak, türlü çeşitli sosyal yapılanmalarda türsel, sosyal varlığını geliştirip onları aşarak, devletlere, imparatorluklara ve nihayet ulus devletlere ulaştı. Çok renkli ve çok kültürlü ve parsellenmiş bir dünya yarattı!..
Sitemin birer parçası olan, tarihsel misyonunu yerine getiren ulus devletler; kendine yeterlilik anlayışının labirentlerinde, iç pazarlarını bütünlerken; çok zaman ve enerji yitirdiler.. Eşitsiz gelişmenin yıkıcı rekabetinde ulus devletler, kozalarında; gelişmelerinin ve organlaşmalarının dayatmalarıyla, gözlerini dışlarındaki dünyaya çevirdiler. Dışlarındaki dünyayı keşfedip, kah yağmalayarak,kah vuruşup paylaşarak, yürüdüler. Her türlü “ izm “de boylarının, güçlerinin ölçüsünü alarak, kimileri güçlerine güç kattılar,kimileri tarihin karanlık sayfalarında battılar.Yıkımlar, kıyımlar, ağır kayıplar,engin bir deney,bilgi ve güç birimiyle insanoğlu bugünlere geldi.
Bu oluşum sürecinde insan, kapitalist sistemin temel taşı olan, şirket yapılanmasını da gerçekleştirdi.Ve onunla tüm engelleri, tüm parselleri aşarken, hem kendisini hem de dünyasını bütünleyebilmenin, olanaklarını da yaratmaya başladı. Yaratmaya da devam etti. Ama bunu, hem türünün sosyal varlığını parçalayarak, hem de onun ayrılmaz parçası olan dünyasını, doğasını karartarak gerçekleştirdi. İnsanın gerçekten özgürleşmesinin, yaratıcı gücünün önündeki engelleri ortadan kaldırabilmesinin, olanaklarını yaratırken; onu hapsettiği ideolojiler dünyasında paramparça ederek, varolmanın yada olamamanın eşiğine de getirdi.
İnsanlar,oynanan kazan-kaybet oyununda, salt kazanmaya odaklı şirketlerde akıllarını geliştirdiler. Çıkarlarını kollamayı öğrenip, yaşadıklarından ders alarak, büyüme ve güçlenme yolunda, ortak çıkarlar dünyasına adım atmaya başladılar. Artık kazan-kaybet oyununun, kendileri için, bittiğini fark ettiler.Yeni oyunun adı, kazan – kazan olmalı diye haykırarak, oluşturdukları yeni güç birlileriyle yollara koyuldular...Artık, kazananın ve kaybedenin değil, sistemin aklının şaştığı ve karıştığı bir düzendeyiz...Çünkü, üretimin güç ve teknolojik donanım bakımından dert olmaktan çıktığı, geniş kitlelerin bu süreçte yoksun ve yoksul kalmaları nedeniyle tüketimin; dolaysıyla, dönüşümün büyük sorun olduğu bir evredeyiz.
Sistem, dün satın aldığı gücüyle, salt tüketici kıldığı, geleceğini bile tükettirdiği insanları; bugün üretim sürecinden dışlayarak , işsiz bırakmış, artık ürettiklerini tükettiremez, dönüşümlerini gerçekleştiremez hale gelmiştir. Sistemin, insanın yaratıcı-üretici gücüne en fazla gereksinim duyduğu bir evrede, sürdürmeye çalıştığı eğitim düzeni ile bu gücü dumura uğratmakta; salt tornaya, tezgaha, hizmet ve benzeri alanlara yönelttiği genç nüfusla kendi çıkmazını oluşturmaktadır. Bozulan, kirlenen, yıkıcı hale gelen doğası, aşılıp yenilenemeyen ortak değerleri, akıl yarılmasına uğrattığı beyniyle, hala tanımlayamadığımız insanı, kendisini bir üst düzeyde bütünlemek gibi bir zorunlulukla karşı karşıya getirmiştir. Bölgesel, kümesel, ülkesel, yerel görünümlü bütün sorunlar,gelip, insana ve devindiği sistemlere dayanıyor. Bilgi birikimimizi, ortak aklımızı, en geniş katılımlarla bu sorunları belirlemeye, çözüm-çare yolunda karar üretmeye yöneltemediğimiz sürece, büyük yıkımlar kaçınılmaz..
Tüm bu oluşumu bağrında yeşerterek, yaşatarak, evirilen Sistem , geleneksel aklını; her evrede ulus devletlerin en gelişkin, en yetkin, ve en güçlüsünde oluşturarak; dünyayı kucaklamaya,bütünlemeye çabalardı.Her evrede, en gelişkinin hegemonyasında varlığını geliştirip, bütünlenme yoluna koyulurdu. Bugün de sistem, en etkin ve belirleyici parçasının (ABD) hegemonyasında, ulus devletleri; tek bir pazarda, tek bir ortak parada, ve de kontrolündeki dünyasal kurumlarda bir araya getirip, kontrol etmeye çalışarak, bütünlenme yolundaki mücadelesini yaşıyoruz. Ayrı kümelenmeler (AB), baş kaldırmalar( Putin, vb.), direnmeler ve çatışmalarla dolu bir süreç bu. ABD’nin, İmparatorluk(!)hayali ve çıkarıyla bağdaşan, ama insanlığa ağır bedeller ödeten bir aklın rehberliğinde yaşanan sürecin sonunun karanlık bir batak olduğu artık görünüyor.
Bütünleşme yolundaki bir dünyada, bu sancılı evrede; sistemin pilotu olan ABD; geleneksel aklıyla, tek başına, yetkin ve yeterli olması da mümkün olmayan tüm gücünü; hardware`ini ( parasını, askeri-teknolojik gücünü), ve software`ini (deneyim, bilgi,beceri ve diplomatik güç ve donanım) kendi hızlı karar kurumlarının buyruğunda kullanarak, dünyayı kendi etrafında ve hükmü altında bütünleme (!) yolunda adımlar atmaya çalışıyor. AB de ,bin bir güçlükle bir araya gelen, ulusal çıkarlarını, bir ortak çıkarlar zemininde, kısaca ortak Pazar ve ortak para vb. alanlarında bütünlemeye çabalayan; ama ulus devlet kimlikleri ve yapılarıyla ayak sürüyen bir dizi devletle tanımlanmamış ve tamamlanmamış bir oluşum sürecinde. Genişleme yolunda önemli bir pratiği başlatmış; ama, gelecek vizyonu olmayan, sınırlarında ve sınırlılıklarında bocalayan bir Avrupa.. Ayrı bir birliktelik yada merkez olma, kutup yaratma, vb. hayallerle, dünle bugün arasında bocalayarak yaşayan, milli birlik ve beraberliklerini bu anlaşılmaz afetten korkuyla koruma telaşında, irili ufaklı bir dizi başka ulus devletler!..
Tüm dünyada insan, sistemin ortak beynini, ortak aklını, kısaca küreselleşmenin aklını yaratarak ve dünden bugüne, biriktirip geliştirdiği gücünü, aklının buyruğuna vermedikçe; bu yolda ağır bedeller ödeyerek, zorunluluğu kavrayana kadar, iki ileri bir geri giderek, felaketler yaşayarak, kendince meçhul bir geleceğe doğru ilerleyebilir…
Ülkemizde ise, son koalisyon, AB yolunda zor zahmet, yol haritasını önüne koyup, hatlarını döşeyerek, katarımızı rayına oturttu.Yeni iktidarın çok yönlü, etkin ve dinamik çabaları ve temasları sonucu; selametle(!) yola çıkmak üzere 17 kasım 2005 tarihinde bir hareket günü belirlenmiş ve trenimiz hareket etmişti. Ancak, o günden bugüne yaşadığımız endişe verici gelişmeler, görüşmelere hazırlık sürecinde yaşanmasını muhtemel gördüğümüz karşılıklı direnme ve savsaklamalar, duraksamalar, kabul edilemez dayatmalar, katarımıza; bu evrede çok enerji ve zaman kaybettireceği de şimdiden görülüyor...
Gerçekte bizler, hepimiz, küreselleşen bu sistemin içinde, kendi vazgeçilmezliğini güncellemek zorunda olan bir ülkenin insanları olarak, bütünlenme sürecini; tüm insanlığın deney, bilgi ve becerisini paylaşmadan, onun, güncellenmesi gereken ortak aklına dayanmadan sürdüremeyiz. Sistemin güç ilişkileri ve çıkar kavgalarında oluşmuş, geleneksel aklının yol göstericiliğinde, geleneksel siyaset anlayışı, siyaset yapış tarzı ve onları belirleyen siyasal yapılanmayla; yaşadığımız bu süreci, yönlendirip, yönetebilirmiyiz?
Sorunların, niteliği ve kapsamı ,onları kavrayıp çözümlemenin, olanaklarını, araçlarını ve koşullarını da belirlemiyor mu?

Yurdaer Erşan

yurdaerersan@gmail.com

22 Mart 2007

KÜRESELLEŞME ve İNSAN (IV)


Sürecin kaçınılmaz olarak parçalayıp şaşı ettiği, dualizmin AKIL YARILMASINA uğrattığı beynini, yeniden bütünlemek gibi temel bir sorunla burun buruna insan. Akıl gücünü toparlamadan, bütünlemeden, onu yaşadığı gerçeklik karşısında şaşkına çeviren akıl karmaşasından kendini kurtarmadan, kıyamdan kurtulamayacağını da gördü. Bu epileptik sendrom kavranılıp, aşılmadan, aklın gücünü bütünlemek, etkin ve egemen kılmak mümkün değildir. Sürdürülebilir bir yaşam için, dayatan, zorunlu değişim ve dönüşümleri gerçekleştirmek de mümkün değildir...
Birlikte yaşanacak toplu terapi süreçlerinde ancak, varoluşumuzdan bugüne kadar yüklendiğimiz, bugün için kendimizi tanımlayan, tüm giydirilmiş üst kimliklerden, ve aidiyet kabuklarımızdan soyunup, arınabiliriz. Böylesi ortamlarda, platformlarda, tüm ideolojik bağlarımızdan kendimizi sıyırarak, atarak maskelerimizi ve kara gözlüklerimizi; doğal ve sosyal çevremizde, bir değişim ve dönüşüm pratiğinin ilk adımlarını atabiliriz. Ve ancak böyle bir hareket ve pratik içinde; bütünleyici bir bakış açısını inşa edebilir, bütünlenme ve bütünleme yolunda sağlıklı bir yürüyüşe çıkabiliriz. Ve geleneksel siyaseti, siyasi yapılanmayı tarihin çöplüğüne atacak, yeni ve açık bir hareketi başlatabiliriz.
Bu hareket, tüm toplum sathında, kendimize ve dünyamıza, yepyeni çağdaş bir donanımla bakıp, onu kavrayan; dinamik bir bilgilenme sürecinde yaşayan ve etkin olabilen, bir hareket olabilir. Böyle bir hareket, bizi insan kılan temel gücümüzü, yani aklımızı, bilgimizi ve birikimimizi gerektiği gibi, yaratıcı, üretici bir güç olarak yatayına örgütler. Bu gücün denetiminde olması gereken sert gücümüzü de, yani eylem gücümüzü toparlayarak, siyasal hareketi; ÖZGÜRLÜKCÜ DEMOKRASİNİN, KATILIMCI, ÇOĞULCU ortamında, yatayına örgütleyebiliriz. Oynanması gereken,yaşam oyununda; yaratıcı, üretici ortak gücümüzün, denetimine alacağı tüm eylem gücümüzü kullanarak; tutsağı olduğumuz, çevremizle, birlikte; bizleri çürüten, yapı ve engelleri temizlemeye çalışabiliriz...
Böylece,kendisini bukağılarından kurtaracak olan beşer, insan olma yolunda atacağı her adımda, özgürleşip dışa vuracak olan aklını, yumuşak gücünü; insan olarak kendisi ve türü için en etkin ve en verimli olarak kullanmanın tadını ve tatminini yaşayacaktır. Bunu hissedecek ve görecektir.

Yurdaer Erşan

18 Mart 2007

Posted by Picasa
KÜRESELLEŞME ve İNSAN ( III )


Öncelikle;bütünleyici bir bakış açısı...
Çağdaş bilimsel açılımlar,özellikle doğa bilimlerinde “ Kaos kuramı, Kuantum kuramı, Bilgi kuramı, Sistem bilimi ,Sosyoloji , Antropoloji vb.” alanlarda kaydedilen gelişmeler, yarattığımız teknolojilerde ulaştığımız yeni düzeyler, gözlerimizdeki perdeleri zorluyor. Bizler, bu yeni çağı dünüyle, bugünüyle ve yarınlara yönelik olası açılımlarıyla; gerekli bütünlüğü içende, algılayıp kavrayabileceğimiz, büyük bir bilgi ve deney birikimine sahibiz. Gelişmişlik düzeyimiz,bu kaynaklara ulaşım ve paylaşım tekniklerini, ve yepyeni kavramsal araçları bizlere sunuyor. Bu yepyeni, çağdaş teknikler, kavramsal araçlar, düşünce ufuklarımızı ağartacak. Gözümüzü açacak. Çıplak gözle, aklımızı, beynimizde yeniden yerine oturtacak. Artık gereksizliği açık olan, ideolojik gözlükleri attırtarak, yeni gerçeklikleri kavrama olanağını veriyor. Yarınlarda varolmak ve yaşar kalıcılığımızı sürdürmek zorunluluğuyla, kapısını çalmak durumunda olduğumuz gerçeklikler de, bize bunu dayatıyor. Bizleri bütünlükçü bir bakış açısına yönelten de işte bu karşı karşıya olduğumuz gerçekliklerdir.
Gerçekliğe bu çerçeveden baktığımızda, yaşamsal bütünlüğümüzün temelinde yer alan mübadele ilişkileri sisteminin en gelişkini olarak nitelenen, kapitalist sistemin; her alanda, bir bütünlenme süreci içersinde olduğunu görüyoruz. Açık akar bir sistem olan beşer`in de( Tıpkı tüm diğer canlılar gibi o da, ancak doğadan enerji alıp, vererek yaşar. Ve onlardan farklı olarak; değiştirip dönüştürdüğü doğa ile kendi doğasını yaratarak ve onu geliştirip, bütünleyip, büyüterek; türünün yaşar kalıcılığını sürdürür.)kaçınılmaz olarak parça parça olduğu ve kendisini parçalarında yitirip, sayılarla toplanacak kertelere indiği; uzunca bir tarihsel serüvenin, sonuna geldiğini biliyoruz. Bugün, yepyeni bir bütünlükte kendimizi, İnsan olarak keşfetmenin arifesinde, insan olarak tarihimizin, yeni bir evresinin de eşiğinde olduğumuzu görüyoruz.
Otlayarak, avlanarak uzunca bir süre, yaşamını sürdürebilen beşer; bir yandan toprağı ekerek, diğer yandan hayvanlara çoban olup göçerek, dünyayı keşfederken: Yetersizliğinin ve kendine yetmezliğinin de farkına varmıştı.
Gelişkin beyninin kendisine hissettirdiği yepyeni ihtiyaçlarla, yani kendine yetmezliğinin sınırsızlığıyla, bedeninin,yani doğasının yetersiz gücü arasında sıkışan bu varlık, zorlu bir varoluş mücadelesi verdi. Binlerce yıllık bir tarihsel serüvenin sonunda, kendisinde, onu İnsan olarak ayırt edecek olan, en gelişkin ve farklı yönünü, yaratıcı üretici gücünü ve onu besleyen kaynağı keşfetti. Beynini, gıdası bilgiyi ve onu oluşturmak, beslemek için gerekli boş zamanın değerini de keşfetti.Var gücüyle türünün başına çöreklenerek, güç ilişkilerinin ilk örneğini verdi. Ve türünü kendine köle kılarak, dikeyine iş bölümünün ve güç bölünmesinin ilk adımını attı. Farkında bile olmadan güç ilişkileri sisteminin kaçınılmaz doğuşunu gerçekleştirdi.
Köle yi yarattı ve Köleci oldu. Türü arasında sopanın gücü ve zoruyla yürütebildiği mübadele ilişkisini ve mübadele ilişkileri sistemini, en büyük icadı olan PARA ile, tıpkı bir kar topu gibi, öyle bir yuvarladı ki; bir yandan Efendi oldu, Bey oldu, dünyayı parsellemeye koyuldu. Devletler kurdu. İnsanlar, birbirini vurdu, kırdı. Türünü, kırıma, soyunu kıyama uğrattı.
Para SERMAYE, patron KAPİTALİST olurken, kar, çıkar için tüm güçleriyle insanlar, birbirlerini kırdılar. Güçlü kişiler ve uluslar, güçsüz kişiler ve uluslara hükmettiler. Güçlüler, yönetenlerdi, artık her alanda. Yönetilenler ise, kölelikten, işçiliğe her türden yoksunluğu yaşayarak, en derinlerden, diplerden, dalga dalga geldiler bu günlere. Beşer , farkında ve bilincinde olmadan, mübadele ilişkileri sisteminin bir alt ve tarihsel yapılanışı olan, güç ilişkiler sisteminin parçaları haline geldi. Oluşturduğu güç ilişkileri siteminin, tarihsel evrim sürecinde; sistemin en gelişkin ve son evresi olan kapitalist düzen’ in içinde, yaratıp, üreterek, ürettiklerinin müşterisi olup tüketerek, bugünlere geldi.
Parçalanmış gücünü, nitel ve nicel olarak dönüştürüp geliştirdi. Bu gün, kendini bir insan olarak BÜTÜNLEYEBİLECEĞİ ,objektif koşulların artık oluştuğu, bir dünyanın kapısında...
Beşer, yetersiz sert gücünün “ Hardware “in, bir başka deyişle yoğun emeğiyle, yaratıcı, üretici gücünün, “ Software “ in türlü çeşitli birlikteliğinde, çok ağır bedeller ödeyerek, dünyasını kurmaya çalışıyor. Dünden bugüne, kendini var etmek adına, kaçınılmaz olarak, yıkıp, tahrip ettiği doğasını, dünyasını; yeniden sürdürülebilir bir yaşam alanına dönüştürebilmenin sancılarını çekiyor. Nihayet küreselleşmenin bu kertesinde, sürecin odağındaki kendisini, yeniden keşfetmek gibi bir sorunla burun buruna geldiğini hissediyor. İnsan olmanın anahtarının da, kendisinde yeniden sahip olması gereken beyninde olduğunu, görüyor...

Yurdaer Erşan

13 Mart 2007

KÜRESELLEŞME ve İNSAN ( II )

KENDİMİZİ KEŞFEDELİM

Dünün kölesi olmaktan kurtulalım!..
Küreselleşme denen olgu, mümkün olan bütün yönleriyle anlaşılır ve kavranılır hale getirilmedikçe, yaşamın her alanında, vereceğimiz kaybın ve çekeceğimiz acıların boyutu, kaçınılmaz olarak, büyüyecektir. Kırk köşeden,kırk ideolojik gözlükle bakılarak; kavranılmaz kılınan bu ortam, bir yandan yeni av alanları ve çağdışı kazanç kapılarının yaratılmasına, neden olmaktadır. Diğer yandan, her gün hepimizin ezberini şaşırtıp, ufkunu karartmaktadır! Ve hep birlikte üstünde patinaj yaptığımız, bir bataklıkta tutarak bizi; sürekli güç ve enerji kaybına uğratmaktadır…
Artık,karşılaşılan yepyeni olgu ve açılımları kavranılır kılacak,yeni kavramsal araçlara ve onları yaratacak yeni yöntemlere sahip olmamız gereği vardır. Bütün boyutlarıyla, küreselleşme olgusunu irdelemek, onun gerçekliğini yepyeni bir kavramsal zeminde oluşturmak zorundayız.Her olaya ya da olguya, bulunduğumuz zeminlerden bakma alışkanlığımızın yarattığı, yeni çatışma ortamları, bizleri evet ile hayır’ın, etki ile tepki`nin yıkıcı karşıtlığının, ö t e s i n e taşıyamamaktadır.
Yukarda önerdiğimize benzer, toplu terapi süreçlerinde, birlikte konuşmaya başlayarak; öncelikle kabuklarımızdan ve içine sığdırılamadığımız tüm tanımlarımızdan sıyırarak kendimizi, ( insan olarak) bulup, yakalayıp, kavramalıyız. Ve sonra da, birlikte konuşabileceğimiz ortamlarda,tüm olup bitenleri, olguları, kendi bütünlükleri içinde anlayıp, kavramaya çalışmalıyız.Ve böylelikle hem kendimizdeki, hem de dünyamızdaki değişim ve dönüşümün de ilk adımlarını atmalıyız.
Kendimize bir bakalım!Kimiz biz?..
Dini, etnik, mesleki,vb., kimlikleri bir an için atarsak, bir yana; ne kalır atılması mümkün olmayan bir kimlik olarak, kendimizde?..On beş milyon yıl önce, ata türlerimiz nefes almaya başladı, dünyamızda.Oldukça uzun bir evrim sürecinin ardından; dört beş milyon yıl önce, onlar iki ayaklarının üzerine dikilip, ellerini ovuşturarak ufka baktılar... Küçücük beyinleri, koca elleriyle, kendilerini geliştirip, dünyalarını değiştirerek, uzunca bir yol kat ettiler. Ancak otuz, otuz beş bin yıl önce, son ata türümüz homo sapiens sapiens ; bugün taşıdığımız kimlikle, yürüdü geldi, o günden bu güne, insan olarak dünyamıza. Eğer bugün, İnsan olarak bakabilirsek kendimize, bir birimize, geçmişimize; yarınımızı, daha rahat görürüz. Eğer İnsan olarak birlikte yürürsek, dünden bu günümüze, nasıl görünür acaba, dünyamız gözümüze?..

Sürdürülebilir yaşamın aklına doğru...
Küreselleşme, aynı zamanda bir küresel entegrasyon ve bütünlenme sürecidir. Sistemin, küresel bir bütünlüğe ulaşmakta olduğu, piyasa ekonomisinin, tüm kurum ve yapılarıyla, dünyayı hızla bütünlemeye yöneldiği bir evreyi, yaşıyoruz. Sermayenin, emeğin ve tüm metaların, önlerindeki engelleri yıkarak; sınırları aşmakta olduğu bir çağdayız. Bilginin, dolaysıyla verimliliğin, kaçınılmaz yol göstericiliğinde yaratıcı beyin gücümüzle, kölesi olmaktan kurtulmaya çalıştığımız, beden gücümüzün; en verimli, en donanımlı birlikteliğini, bütünlüğünü oluşturabileceğimiz bir evredeyiz.Ancak; bu bütünlük içinde yarınlarımızı, dünyamızı, küremizi yeniden sürdürülebilir bir yaşamın ORTAMI yapabiliriz.
Bütünlenmekte olan bir dünyanın, çok yönlü gerçekliklerini ve içinden geçmekte olduğu değişim, dönüşüm sürecini, nasıl anlayıp,kavrayabiliriz?.. Dünün gerçekliğini, çıkarlarımızın parçalılığında, karşıtlığında kavramamıza(!) neden olan; ideolojik( gerçekliği parçalarda kavramaya çalışan) bakış açılarımızla anlayıp, kavramamız mümkün değildir.Tüm dünyada yaşanan ve bugüne kadar bedeli de, oldukça ağır ödenen, artık sürdürülebilir olmadığı da ayan beyan olan, yaşam deneyimimize; eleştirel bir gözle bakabilmeliyiz. Onu çok yönlü sorgulamalıyız. Bizi kör eden, her türden ve renkten ideolojik gözlüklerimizi, kırıp, atmalıyız. Ve temizleyebildiğimiz kadar çıplak, temiz gözlerle bakarak kendimize ve çevremize; sürdürülebilir bir yaşam için, dünyamızda atacağımız, yeni adımların kararını vermeliyiz...

Yurdaer Erşan

29 Ocak 2007

KÜRESELLEŞME VE İNSAN

KÜRESELLEŞME
VE
İNSAN

Küreselleşme yolunda...
Yıllardır kamu oyunu,enflasyon canavarı ile oyalayan ve uyutanlar küreselleşmeyi de bilinemez ve kavranılamaz kılmak için, ellerinden geleni, artlarına bırakmadılar.Hele seksenli yıllardan bu yana, tıpkı bir tsunami gibi ülkeyi çarpan, sistemin bu yeni dalgasına; sağdan, soldan,ortadan,hangi yandan bakarsak bakalım,bunun ne menem bir dalga olduğunu, bütünüyle kavrayamadık. Böyle her birimiz bir köşeden bakarak, gerçek budur diyerek, yapıştığımız filin kuyruğunda, gerçekliği yakalamamızın mümkün olmadığını da, göremedik. Çeyrek asırdır, dünyayı sarsan, dayattığı tüm yapısal değişim ve dönüşüm sorunlarıyla, ulusları, toplumları ve insanları var olma,yarınlarda kendileri için, vazgeçilmez bir konum elde etme gibi yaşamsal sorunlarla, yüz yüze getiren bir süreç bu.

Çıktık uzun acılı bir yola....
Bu yepyeni sürece uyum sağlamada, gerek toplumumuz, gerek toplumsal kurumlarımız ve en önemlisi de insanımızla yaşamamız gereken değişim ve dönüşüm sorunlarında, kat ettiğimiz yola dönüp de, şöyle bir göz attığımızda: Sistemin doruklarından ve çevremizden esen rüzgarlara göre, yol almaya çalışan gemimiz, hala rotası bile pek net çizilmemiş bir yolda, giderek kabaran puslu sularda,sık sık kaptanla tayfa değiştirip, sağa sola yalpalayarak yol alırken; bizler tıpkı dün olduğu gibi, bugün de hemen her alanda kendimizi tutuklusu ve tutkunu kıldığımız bir yuvarın içinde ,buyrukçu bir babanın gölgesinde, çaresiz mensubu olduğumuz, taassupla savunduğumuz bir çetenin, grubun, cemaatin, tarikatın, partinin bir fersiz neferi olarak, bize tutturulan yolda, çıkarımızı kollamak ve var kalmak adına dolanıp gidiyoruz. Seçtiğimiz, seçemediğimiz kılavuz kaptanların ve tayfalarının rehberliğinde neler yitirmedik bugüne kadar, bu hasbelkader gidişatta. Zaman yitirdik, beyinleri hasta ettik, bitirdik. Enerji ve itibar yitirdik ve en önemlisi de kuşaklar yitirdik?

Açtık gözlerimizi bir hayra!..Ama...
Üç- beş yıl önce birden ufukta, çok önceleri kapısını çaldığımız, uzun süre, yolunu belleyip de; epeydir gözden yitirdiğimiz AB yi, eski gözlüklerle yeniden keşfettik. Zor zahmet gemimizin rotasını bağlamaya çalışırken bu iskeleye, artarda gelen yeni dalgalar ve sarsıntılar, tüm siyaset tayfasını ve başındakileri sildi, süpürdü bir kenara attı. İktidarsız iktidarların ellerinden kurtulup,yeni bir düzene kavuşalım, AB kapısından da Allah`ın izniyle geçip, gerdeğe girelim diye; rüyalara, hülyalara dalarken, çarşaf listeleriyle yeni kaptan ve tayfalarına, buyurun, iktidar sizin dedik...
Yeni seçilen kaptan ve tayfası,önlerinde yol haritası yollarını bulmaya, çalışırlarken, bizler; libero-muhafazakar bir salatayla beynimizi yemeye, yaşadığımız süreçte, fersiz aydınlarımızın aydınlığında, burnumuzun ucunu ancak görerek , beynimizi, yüreğimizi ve umutlarımızı karartmaya devam ediyoruz. Muhafazakar-demokrat bir dümteğe,liberal güfte döşeyerek; bir yandan tüm dünyayı harmanlayıp, işe, aşa, çorba başa katkı sağlamaya çalışırlarken; giderek soyulup, soğana dönen bizler, küçük mutluluklar, artan umutsuzluklarla baktık AB ye, ABD ye, yarınlarımız diye...Tüm gün ekranlarda Euro-dolar, borsa ?haber kovalamacısında;? hayırdır!..deyip ? hayretle bakarken, olup bitene, biraz açınca gözlerimizi fark ettik ki; düzen dönmekte sanki eskiye. Kaptan zaman zaman dümeni bırakıp, toplayıp erbabı ticareti yanına, çıkmaya başladı turneye. Rotasından kaymaya başlayan gemi, hız kesip, tornistan ederek, başladı yeniden karanlık sularda dolanmaya. Sağa sola yalpa vurmaya. Dün bugün yol gösteren kim varsa gemide, eski günlerini ve düşüncelerini yad etmeye dalarak, paslı çivileri yerinden oynayan teknede, kah tekrarlayarak,kah bozarak ezberlerini, avara kasnak gibi dolanmaya başladılar.Bir yandan tüm siyaset tayfası, kendi siyasal geleceklerini hazırlama ve pekiştirme telaşında,verirlerken çevrelerine talkımı, ümmet de, Devlette babalığı takdis edüp, çalıştırarak maişet motorunu: ? Öl de ölelim...sağlıkla ahreti görelim!..? der gibi, çayır çimen, bölük bölük iş- aş için yayılmakta sathı vatana. Çok az da olsa kendisine, ulus-millet diyebilen kesimin içinden birileri, başladı yavaş yavaş, eskiyen gözlüklerini çıkarıp; gözlerini ovuşturmaya. İçlerinden kurulmakta olan yeni bir dünyaya açabilenler gözlerini, farkına vardılar ki; ancak kafa kafaya vererek atabilecekler, YARINA ilk adımlarını..

Doğmalıyız yeniden ...Yaşadığımız dünyaya!..
Büyüklerimizin ufuktaki AB limanına gidiş-giriş yollarında bilinemez bir atalet içinde oldukları, sezilince kimi mahfillerce; sözüm ona karşıtlar, türlü çeşitli ? anti ?ler ve ezeli muhaliflerce, geç kalmadan başlatıldı halk dalkavuğu söylemler koro halinde: Bildik-klasik içeriklerle muhalif-nameler halinde!..
Şimdilerde, kimileri bu gönülsüz Batı yolcusu muhafazakar-demokrat düzene ve iktidarına bir alternatif, kimileri yeni bir seçenek peşinde. Kimileri, ?Ne gerek var bunca yola, dön geri, ileri Marş!..?,diye ünleyerek, yerinde say-maya çağrı çıkarmakta. Kimisi ?Gir koluma çark et sola!..? diye ses vererek, envai çeşit sol içinden bir muhal-afet oluşturmaya çalışmakta.Ve medyanın her türünde ,hemen her gün, her köşeden bir bakış, yada toplu bakışla, içinde bulunduğumuz bu hale bir çare sunulmakta. Sular hızla akmakta, zaman zaman akıntıdaki gemi doğu ile batı arasındaki gel-git de sürüklenmekte... Oysa, gerçekten de ne yapmakta, nereye gitmekte olduğunu, bütünlenen bir dünyada, nasıl bir biçimlenişin ilk ama önemli adımlarını, atmakta olduğunu, algılamakta zorlandığımız, bir AB var karşımızda.? San ki, bir cazibe merkezi !..? gibi, bizi bir çekiyor kendine, bir iteliyor. Ve şaşırtıyor!... ?Numara yapma bana!.. Gayrete gel. Yalpalayıp,yuvarlanma!.. Ver elini, kalk ayağa. Kendine çekidüzen ver!.. ?derken bir yandan, ?Kurallarımı kabul etmek, yetmez. Uygula artık. ?diyerek diğer yandan, silkeliyor bizi, tehdit ediyor..Biz hala geleneksel alışkanlıklarımızla, yaşamın her alanında, ortalığı birbirine katarken, olup biten her şey karşısında, üç maymunu oynarcasına toptan susup,sağa- sola bakıp, kararsız- şaşkın, oyalanırken; AB, hiç görmediğimiz, alışık olmadığımız bir muhalefet gibi davranıyor. Şaşırtıyor hepimizi.?Artık dayak atmayın kadınlarınıza!.. ?diye, dünya alem önünde kınıyor bizi!.. Biz ise, ? Kim yaptı bu ispiyonajı!..? diye, gemide hır çıkarmanın fırsatını kolluyoruz..Sanki mümkün olsa, dönüp kapanıp kendi üstümüze, bu dünyadan kurtulup; öteki,. eski dünyaya dönüşe geçmek için fırsat kolluyoruz...
Acaba bu gidişle:Uyanıp da bu ashabı keyf uykusundan, sistem içinde yarınlara yelken açabilecek, özgürlükçü-demokrat-katılımcı ve aynı zamanda çoğulcu bir yapılanmayı , oluşturabilecek miyiz? Böyle bir yapılanmada temel unsur olması gereken insanımızın, beşerin bağrında kendini keşfedip, bütünleyerek yaratması için; gerekli terapi sürecini başlatabilecek miyiz? Yaşadığımız bu tarihsel süreci, resmi tarih, gayri resmi tarih, sınıf mücadeleleri tarihi, vb.,vb. tarihler dışında; insanı odağına yerleştiren, ve onun varoluş süreci üzerinde yürüyen, yeni ve bütünlükçü bir tarih olarak oluşturabilecek miyiz?..Kurumlarıyla birlikte toplumumuzun, değişim ve dönüşümünün gerçekleştirilmesinin önündeki engellerin; yaşanan sürecin bilinçli olarak kavranılarak, hızla aşılabilmesinin, ilk adımlarını atabilecek miyiz?!..
Yoksa, sistemin tüm dünyaya yaşatmaya başladığı bu sancılı süreçte; onu, anlayıp kavrayarak, gerekli değişim ve dönüşümleri yerinde, zamanında gerçekleştiremeyenlerin, içinde kayıp, debelenerek, kaybolacakları karanlık zamanlara, bekleme odalarına yada son vagonlara umutsuzca gözümüzü dikip; bekleyecek miyiz?..
Kavramada zorlanarak, dön geri boruları çalmaya başladığımız, bu yeni dünyanın eşiğinde, sistemin bu yeni evresinde, anlasak da, anlamasak da, korksak da paniklesek de, ne bu dünyayı, ne de bu sistemi terk edip gidemeyiz. Yarınlarda varolmak, yaşar kalıcılığımızı insan gibi sürdürmek ,önümüzdekini iyi kavramamıza bağlı!..Var olan gücümüzle değil!..Yeniden keşfedeceğimiz beynimizin ve aklımızın, bizi ademoğlundan farklı kılan gücüyle...

Yurdaer Erşan

23 Ocak 2007

KEŞFEDİLMEYİ BEKLEYEN İNSAN!..

KEŞFEDİLMEYİ BEKLEYEN
İNSAN!..

Evvel zaman içinde,
Evren zaman içinde,
Yuvarlanan bir zerre,
Zerrelerinde nefes alıp vererek;
Varlığını çevresiyle alış verişte,
Geliştirip sürdürerek,
Büzülüp salınarak,
Evirilip donanarak;
Çevreninde çıktığı yolda akarken bugüne.
Zamanın bir kertesinde,
Var ettiği varlıklardan biri,
Dikildiğinde ayakları üstüne.
Bundan dört milyon yıl önce,
Ufkunda açılan dünyanın ortasında;
Farkında olmadan adım atmıştı,
Var oluşunun yeni bir evresine.
Binlerce yıldır sürdürdüğü yaşam kavgasında,
Otlayıp avlanarak,
Göçüp yerleşerek,
Uzunca bir yol kat ettikten sonra;
Var kalmasının,
Gücüne bağlı olduğunu sezdi?
Gelişen beyni,
Ve ona yetmeyen bedeni arasındaki;
Çatışmanın acısını yaşadı?
Ruhunu beynine üfleyen evrende,
Beyinleri ilmikleyince diliyle insanoğlu,
Yaşamının bu yeni baharında,
Var kalma güdüsü sıkıştırdı onu?
Beyninin yetinmezliği ile,
Gücünün yetersizliği arasında parçalandı!..
Beyniyle bedeni,
Kendisiyle öteki,
Efendiyle kölede buldu kendini,
Beyni yarıldı,
Bir gözüyle sağdan, bir gözüyle soldan bakarken;
Dünyasına insanoğlu,
Bütünleyemediği gerçekliğin bedelini,
Hep ödedi bütünlerken kendini.
Ama gene de,
Bu kaçınılmaz çatışmada,
Büyüttü,
Donattı,
Yarının insanını.
Güçsüzlüğün parçaladığı,
Gücün yeniden çok yönlü bütünlediği,
Yarınlara yürüyecek kendinde,
Keşfetti İNSANI?

Yurdaer Erşan