24 Temmuz 2008

AKLIN YOLUNDA



Düne kadar, bir ikilem içinde yürümek zorunda kaldığımız, aklımızın ayrık ve aykırı yollarının sonuna geldik. İnsanın parçalanması ve toplumun sınıflara ayrılması zorunluluğuyla başlayan bir süreç bu. Yarınlarımızın gerçekten İnsan gibi yaşanması için, katettiğimiz, katetmek zorunda olduğumuz bir yol bu. Birbiriyle kesişen, çelişen, çatışan, aynı zamanda birbirini bütünleyen, bir varoluş yolu bu. Dünden bugüne, bir bütünlüğe yönelen insanlığın kat ettiği yolda, sınıflara da bölünsek , mücadele, kavga da etsek , bu bir evredir, varoluş serüvenimizde. Farklı konumlarda, farklı çıkarlara dayanarak oluşturduğumuz, farklı ideolojilerle bakıyorduk dünyaya bu evrede. Hala farklı kurum ve yapılarla, farklı değerlere dayanarak, böldüğümüz, bölüştüğümüz dünyamızı, bir yandan da bütünlemeye çabalıyoruz bu süreçte.
Küreselleşmeyi, kısır çıkar çatışmaları, bunlara dayalı farklı algılama, çarpıtma ve hegemonya kurma girişimlerine bağlı olarak, ağır bedeller ödeyerek yaşıyoruz. Dünyamız, içinde yaşadığımız sistemin zorunlulukları çerçevesinde bütünlenirken, hepimizin kavrayıp, kucaklayabileceği kadar da küçülüyor.
Paylaşım savaşlarının ağır bedellerini ödeyenlerin, bugün bile kavrayıp, kucaklayamadığı dünyada, yeni paylaşım savaşlarını tezgahlamaya soyundukları bir evredeyiz. Ortalama akılla, onun ulusal ve uluslararası kurumlarıyla, yapılarıyla ve salt kendisinin, parçanın çıkarını kollayan bir anlayış ve aldatmacayla, artık bu süreci sürdürülebilir kılmak mümkün değil.
Ortak çıkarlara dayalı, ortak aklın yolunun bulunması, kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çünkü, yarattığımız sistem ve onun bizlere dokuttuğu olanaklar dünyası, hepimizin birbirimizi kucaklaya bileceği kadar varsıl. Hem de hepimizin yaratıcı katkılarıyla, dünyalarımızı zenginleştirip, sistemin sürdürülebilirliğini sağlayacak, her yönde ufuklarımızı açabilecek kadar.
Şimdiye dek dünyamıza, tek gözle, korsan gibi baktık. Tüm kaynaklarıyla onu yağmaladık. Çıkarlarımızın çatıştığı, akıllarımızın karıştığı, güçlerimizin birbirini kırdığı, uzun bir geçmişte, ağır bedeller ödeyerek, bu birikimimizi yarattık.
Artık ona, iki gözümüzle, ideolojilerden arınarak, kafamızı, aklımızı bütünleyerek, gözümüz gibi, İnsan gibi bakabilmeliyiz. Bunu da, yaratacağımız yeni bir akılla, ortak akılla, başarabiliriz ancak. O zaman, Sistemin işleyişinin önünün açıldığını, kriz ve travmaların üstesinden geldiğimizi de yaşayarak görebiliriz. Var oluşumuz da, böylece bir başka boyut kazanır.
Bugüne kadar, yaşadığımız tüm siyasal deneyimlerde, edindiğimiz tüm bilgi birikimi, ortak aklımızı yaratmada bize en büyük katkıyı sağlayacaktır. Bu da ancak dünyamıza şimdiye kadar bakageldiğimiz, ideolojik çerçeveli gözlükleri çıkarabilirsek mümkün olur.
Her türlü “İzm”in dünyasını aşarak, bizleri ayıran tüm farklılıklarımızdan sıyrılarak, sadece ve sadece bir İnsan gibi, bakabilirsek dünyaya, bu mümkün olur. Yeni baştan, İnsan olarak, birlikte donanırsak birikimlerimizle, yaşadığımız gerçekliği ve onun değişim yönünü kavrayabiliriz. Böylece, Sistemin sürdürülebilirliğine gerekli katkıyı yapabiliriz. Bu katkıyı, kral yolundan, en kısa yoldan sağlamış oluruz.
Kendinin gerçekte ne olduğunun, artık bilincinde olanların, kat ettiği yoldur, kral yolu...

Yurdaer Erşan
Büyükada/ISTANBUL

KÜRESELLEŞME ve DEMOKRATİKLEŞME

Küreselleşme, bu güne kadar bilinen ve ifade edilenlerin ötesinde ve gerçekte Kapitalist Sistemin yeni bir evresi değil midir?.
Bu sisteminde, evrensel mübadele ilişkileri Sisteminin bir alt yapılanışı olduğunun belirtilmesi, artık mümkün ve gerekli değil midir?.
Odağında İnsanın yer aldığı ve onun çevresiyle kurmak zorunda olduğu enerji alışverişi ilişkisi çerçevesinde oluşan bu Sistemin, gelişim sürecinin, İnsanın bütünlenme süreci olarak görülmesi gerekmez mi?
Güç ilişkilerinin ve insanın İnsana KAÇINILMAZ KULLUĞU’nun doğuş nedeni, TARİHİN YENİ BİR BAKIŞ AÇISIYLA ALGILANIŞI ÇERÇEVESİNDE, artık açıklığa kavuşturulamaz mı?
Sistemsel bir yapısı olan insanın, KENDİNİ YENİDEN ÜRETME zorunluluğu çerçevesinde, gerek duyduğu GÜÇ ilişkileri içersinde, çevresiyle giriştiği tüm enerji alış verişi ilişkilerinde yaşadığı serüven, bu yeni yaklaşımla, gerçek zeminine oturtulamaz mı?
Yaşanan bu tarihsel süreçte (yöneten ve yönetilen olarak )parçalanan insanın, yeniden bütünlenmesi yolunda bu güne kadar yaşanan ve halen yaşamakta olduğumuz sürecin yeniden tanımlanması gerekmez mi?
Sistemin Küreselleşmesi ile İnsan’ın, kentlileşmesi, bireyselleşmesi ve bütünlenmesi arasında ilişki ve bağ nasıl açıklığa kavuşturulabilir?
Küreselleşmenin, aynı zamanda kentlileşme olduğu ve insanın kazan-kazan ilişkisi içinde, ancak kentlileşerek, bireyselleşerek, iki ayağının üstünde durarak, kendi karar süreçlerine egemen olarak, var olabileceği açık değil midir?
Artık tüm insanlığın gelişim ve zenginleşme sürecini, sistemin bu temel ilişkinin belirleyeceğinin bilincinde olarak, yok ederek yaşamaya çalışma anlayışının, aşılması gerekmez mi?
Bunun yolu nedir?
Köylülüğün, bencilliğin, salt kendi çıkarını ve varlığını düşünmenin, kavga ve savaşla sorunları çözme,yok ederek var olma anlayışının, terk edilmesi gereken bir yüzyıla girmedik mi?
Savaşların, birbirimizi yok ederek yaşamanın değil, barış içinde birlikte yaşayarak gelişmenin, mümkün olduğu bir evrede olduğumuz, ortak aklımızın basması gereken bir zemin olarak görülemez mi?
Büyük değişim ve dönüşümlerin eşiğinde olduğumuz bu süreçte, yaşamın her alanında, insanların karar süreçlerine katılımını sağlamaya çalışmanın, yarınlarımıza yönelik anlamı ve önemi nedir?
Demokratikleşme, yerelleşme, balkanlaşma, toplumun gelenekselleşmiş örgütlenmelerinin aşılmasını ve insanların karar süreçlerine katılımına yol açmada ve bunu sağlamada etkin yönelimler olarak görülemez mi?


Karar vermek için gerekli donanım ve yetimizin gelişmesini, bu küçük yapılanmaları oluşturarak ve bu yapılanmalarda sağlayarak, küçük yapılarda büyüyerek, etkinliklerimizde daha verimli olmamız sağlanamaz mı?
Böylece,bütün bunları gerçekleştirmenin, parçalanmış İnsanı yeniden iki ayağının üzerine dikilmesinin, üretici-yaratıcı gücünü seferber edebilmesinin, en gerçekçi yolları açılmış, olanakları yaratılmış olamaz mı?

Bugün, büyük değişim ve dönüşümlerle yaşamakta olduğumuz küreselleşme sürecinde, karşılaştığımız tüm sorunlara, geleneksel bakış açılarımız, yapıştığımız parçada oluşturduğumuz aklımız ve gücümüzle, çözümler değil, çözümsüzlükler getirdiğimiz, hatta dayattığımız açık değil midir?
Dünyamıza, odağına İnsanı yerleştirdiğimiz yeni bir bakış açısıyla ve sistemsel bir kavrayışla bakamazsak, çözümsüzlüklerimizin ve bunların yaratacağı kayıplarımızın, görünenlerden yola çıkarak, hesabını yapabilir misiniz?
Yepyeni bir yapılanmaya, yepyeni kurumlara, bugüne kadar yaratıp, biriktirdiğimiz zenginliğimiz ve organlarımızla tüm insanlığı mutlu olacağı yarınla gebe Dünyamızı, düşük yaptırtacak anlayışsızlığımız, körlüğümüz aşılamaz mı? Gözlerimiz açılamaz mı?
Yukardan beri kendime ve herkese yönelttiğim bu soruların, ve bu çerçevede akla gelebileceklerin hepsinin cevaplarını ararsak birlikte, ORTALAMA AKILLA geldiğimiz bu günleri aşıp, yavaş yavaş ORTAK AKLIMIZIN yeni zeminini de oluşturmaya başlamış oluruz gibi geliyor bana. Ne düşünürsünüz?

09.05.2008 Büyükada/Istanbul
Yurdaer Ersan