01 Nisan 2007

KÜRESELLEŞME ve İNSAN (V)


Tüm maddi var oluş biçimleri , birer enerji örgütlenmesidir.Birbiriyle enerji alış verişinde olan her yapı, bir sistem, yeni bir sistemsel bütünlük oluşturur.Bu bütünlükte varlığını sürdürür. Beşer de, gelişmiş bir sistemsel yapı olarak, çevresiyle oluşturduğu bütünlükte, düzenli bir enerji alış verişi sürecinde; varlığını sürdürebilir. Çevresiyle kurduğu ilişki bütünlüğünde, arızalanma riski çok yüksek bir enerji örgütlenmesidir. Yaşar kalıcılığının dayattığı bir zorunluluk olarak, çevresiyle oluşturduğu enerji alış verişi'nde, sopadan başlayan, çeşitli araçları kullanarak, enerji mübadelesini gerçekleştirir. Bu yolda, bir süre sonra, kendini yeniden üretmeye yetmeyen gücüne, en yakınında ve en verimli olan türünün gücünü eklemeye yönelir.Onu örgütleyip, ona hükmederek, güç ilişkileri sistemini, yaratır.
Böylelikle,enerji mübadelesi ilişkisi sisteminin içinde, insan kullanmak zorunda olduğu, mübadele araçlarına bağlı olarak, alt sistemler yarattı. Güç ilişkileri sisteminde; sopayı, kaba kuvveti, şiddeti, mübadele aracı olarak kullanan insan, türünün gücünü de, belirli bir sınıra kadar örgütleyip, ona hükmedebildi . Keşfettiği ve geliştirdiği yepyeni bir mübadele aracıyla, kaderini de değiştirdi. Para dediğimiz bu araçla, tarihinin en büyük adımlarını attı. Ve onunla yarattığı, yeni mübadele ilişkileri ortamında, yepyeni bir güce sahip olarak, tüm sınırları aştı...Yaşadığımız dünyayı, sermayenin dünyasını , yaratmaya koyuldu. Yavaş da olsa, sopanın dünyasını terk etmeye ve paranın dünyasını kurmaya yöneldi. Bugün, bedeli çok ağır olarak ödenen, ödenmekte olan, bu sürecin sonuna yaklaşıyoruz. Bu tarihsel serüvenin, bu güç ilişkileri sisteminin, artık bilinen ve yaklaşan sonundaki süreci: Ancak sermaye bütünlendikçe, İnsan kendisini de bütünleyebilirse; öngörebilir, görebilir ve yönetebilir.
Bugün, mübadele ilişkileri sisteminde, güncellenmiş yapısıyla kapitalist sistemde insan, zorun ve zorunluluğun dayatmaları ile, emek gücünü örgütledi. Böylece, giderek onu dışlayan, sermayenin gücüne, güç kattı.Ancak, bu süreçte, bir tarafta sermaye yoğunlaşırken, diğer tarafta da, yoksul ve yoksun insan kutuplaşıp yığıldı. Dünya, bu gerilimli süreçte, ter ve kanla yoğrularak, çok ağır kayıplar verdi.
Bugün, sistemin çok yönlü bütünlenme sürecinin, küreselleşmenin can yakıcı sorunlarıyla karşı karşıyayız. İnsan, güç ilişkileri sisteminde; güçlü olmanın, güçle varolmanın yıkımlarla dolu tarihini, yaşadı ve yazdı. Güç tekelleri oluşturmaya varan bu gelişim evresinde; sopayı ve parayı birlikte kullanarak, türlü çeşitli sosyal yapılanmalarda türsel, sosyal varlığını geliştirip onları aşarak, devletlere, imparatorluklara ve nihayet ulus devletlere ulaştı. Çok renkli ve çok kültürlü ve parsellenmiş bir dünya yarattı!..
Sitemin birer parçası olan, tarihsel misyonunu yerine getiren ulus devletler; kendine yeterlilik anlayışının labirentlerinde, iç pazarlarını bütünlerken; çok zaman ve enerji yitirdiler.. Eşitsiz gelişmenin yıkıcı rekabetinde ulus devletler, kozalarında; gelişmelerinin ve organlaşmalarının dayatmalarıyla, gözlerini dışlarındaki dünyaya çevirdiler. Dışlarındaki dünyayı keşfedip, kah yağmalayarak,kah vuruşup paylaşarak, yürüdüler. Her türlü “ izm “de boylarının, güçlerinin ölçüsünü alarak, kimileri güçlerine güç kattılar,kimileri tarihin karanlık sayfalarında battılar.Yıkımlar, kıyımlar, ağır kayıplar,engin bir deney,bilgi ve güç birimiyle insanoğlu bugünlere geldi.
Bu oluşum sürecinde insan, kapitalist sistemin temel taşı olan, şirket yapılanmasını da gerçekleştirdi.Ve onunla tüm engelleri, tüm parselleri aşarken, hem kendisini hem de dünyasını bütünleyebilmenin, olanaklarını da yaratmaya başladı. Yaratmaya da devam etti. Ama bunu, hem türünün sosyal varlığını parçalayarak, hem de onun ayrılmaz parçası olan dünyasını, doğasını karartarak gerçekleştirdi. İnsanın gerçekten özgürleşmesinin, yaratıcı gücünün önündeki engelleri ortadan kaldırabilmesinin, olanaklarını yaratırken; onu hapsettiği ideolojiler dünyasında paramparça ederek, varolmanın yada olamamanın eşiğine de getirdi.
İnsanlar,oynanan kazan-kaybet oyununda, salt kazanmaya odaklı şirketlerde akıllarını geliştirdiler. Çıkarlarını kollamayı öğrenip, yaşadıklarından ders alarak, büyüme ve güçlenme yolunda, ortak çıkarlar dünyasına adım atmaya başladılar. Artık kazan-kaybet oyununun, kendileri için, bittiğini fark ettiler.Yeni oyunun adı, kazan – kazan olmalı diye haykırarak, oluşturdukları yeni güç birlileriyle yollara koyuldular...Artık, kazananın ve kaybedenin değil, sistemin aklının şaştığı ve karıştığı bir düzendeyiz...Çünkü, üretimin güç ve teknolojik donanım bakımından dert olmaktan çıktığı, geniş kitlelerin bu süreçte yoksun ve yoksul kalmaları nedeniyle tüketimin; dolaysıyla, dönüşümün büyük sorun olduğu bir evredeyiz.
Sistem, dün satın aldığı gücüyle, salt tüketici kıldığı, geleceğini bile tükettirdiği insanları; bugün üretim sürecinden dışlayarak , işsiz bırakmış, artık ürettiklerini tükettiremez, dönüşümlerini gerçekleştiremez hale gelmiştir. Sistemin, insanın yaratıcı-üretici gücüne en fazla gereksinim duyduğu bir evrede, sürdürmeye çalıştığı eğitim düzeni ile bu gücü dumura uğratmakta; salt tornaya, tezgaha, hizmet ve benzeri alanlara yönelttiği genç nüfusla kendi çıkmazını oluşturmaktadır. Bozulan, kirlenen, yıkıcı hale gelen doğası, aşılıp yenilenemeyen ortak değerleri, akıl yarılmasına uğrattığı beyniyle, hala tanımlayamadığımız insanı, kendisini bir üst düzeyde bütünlemek gibi bir zorunlulukla karşı karşıya getirmiştir. Bölgesel, kümesel, ülkesel, yerel görünümlü bütün sorunlar,gelip, insana ve devindiği sistemlere dayanıyor. Bilgi birikimimizi, ortak aklımızı, en geniş katılımlarla bu sorunları belirlemeye, çözüm-çare yolunda karar üretmeye yöneltemediğimiz sürece, büyük yıkımlar kaçınılmaz..
Tüm bu oluşumu bağrında yeşerterek, yaşatarak, evirilen Sistem , geleneksel aklını; her evrede ulus devletlerin en gelişkin, en yetkin, ve en güçlüsünde oluşturarak; dünyayı kucaklamaya,bütünlemeye çabalardı.Her evrede, en gelişkinin hegemonyasında varlığını geliştirip, bütünlenme yoluna koyulurdu. Bugün de sistem, en etkin ve belirleyici parçasının (ABD) hegemonyasında, ulus devletleri; tek bir pazarda, tek bir ortak parada, ve de kontrolündeki dünyasal kurumlarda bir araya getirip, kontrol etmeye çalışarak, bütünlenme yolundaki mücadelesini yaşıyoruz. Ayrı kümelenmeler (AB), baş kaldırmalar( Putin, vb.), direnmeler ve çatışmalarla dolu bir süreç bu. ABD’nin, İmparatorluk(!)hayali ve çıkarıyla bağdaşan, ama insanlığa ağır bedeller ödeten bir aklın rehberliğinde yaşanan sürecin sonunun karanlık bir batak olduğu artık görünüyor.
Bütünleşme yolundaki bir dünyada, bu sancılı evrede; sistemin pilotu olan ABD; geleneksel aklıyla, tek başına, yetkin ve yeterli olması da mümkün olmayan tüm gücünü; hardware`ini ( parasını, askeri-teknolojik gücünü), ve software`ini (deneyim, bilgi,beceri ve diplomatik güç ve donanım) kendi hızlı karar kurumlarının buyruğunda kullanarak, dünyayı kendi etrafında ve hükmü altında bütünleme (!) yolunda adımlar atmaya çalışıyor. AB de ,bin bir güçlükle bir araya gelen, ulusal çıkarlarını, bir ortak çıkarlar zemininde, kısaca ortak Pazar ve ortak para vb. alanlarında bütünlemeye çabalayan; ama ulus devlet kimlikleri ve yapılarıyla ayak sürüyen bir dizi devletle tanımlanmamış ve tamamlanmamış bir oluşum sürecinde. Genişleme yolunda önemli bir pratiği başlatmış; ama, gelecek vizyonu olmayan, sınırlarında ve sınırlılıklarında bocalayan bir Avrupa.. Ayrı bir birliktelik yada merkez olma, kutup yaratma, vb. hayallerle, dünle bugün arasında bocalayarak yaşayan, milli birlik ve beraberliklerini bu anlaşılmaz afetten korkuyla koruma telaşında, irili ufaklı bir dizi başka ulus devletler!..
Tüm dünyada insan, sistemin ortak beynini, ortak aklını, kısaca küreselleşmenin aklını yaratarak ve dünden bugüne, biriktirip geliştirdiği gücünü, aklının buyruğuna vermedikçe; bu yolda ağır bedeller ödeyerek, zorunluluğu kavrayana kadar, iki ileri bir geri giderek, felaketler yaşayarak, kendince meçhul bir geleceğe doğru ilerleyebilir…
Ülkemizde ise, son koalisyon, AB yolunda zor zahmet, yol haritasını önüne koyup, hatlarını döşeyerek, katarımızı rayına oturttu.Yeni iktidarın çok yönlü, etkin ve dinamik çabaları ve temasları sonucu; selametle(!) yola çıkmak üzere 17 kasım 2005 tarihinde bir hareket günü belirlenmiş ve trenimiz hareket etmişti. Ancak, o günden bugüne yaşadığımız endişe verici gelişmeler, görüşmelere hazırlık sürecinde yaşanmasını muhtemel gördüğümüz karşılıklı direnme ve savsaklamalar, duraksamalar, kabul edilemez dayatmalar, katarımıza; bu evrede çok enerji ve zaman kaybettireceği de şimdiden görülüyor...
Gerçekte bizler, hepimiz, küreselleşen bu sistemin içinde, kendi vazgeçilmezliğini güncellemek zorunda olan bir ülkenin insanları olarak, bütünlenme sürecini; tüm insanlığın deney, bilgi ve becerisini paylaşmadan, onun, güncellenmesi gereken ortak aklına dayanmadan sürdüremeyiz. Sistemin güç ilişkileri ve çıkar kavgalarında oluşmuş, geleneksel aklının yol göstericiliğinde, geleneksel siyaset anlayışı, siyaset yapış tarzı ve onları belirleyen siyasal yapılanmayla; yaşadığımız bu süreci, yönlendirip, yönetebilirmiyiz?
Sorunların, niteliği ve kapsamı ,onları kavrayıp çözümlemenin, olanaklarını, araçlarını ve koşullarını da belirlemiyor mu?

Yurdaer Erşan

yurdaerersan@gmail.com

Hiç yorum yok: